Kayıtlar

Şubat, 2019 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Keloğlan ile Cinler Padişahı

Keloğlan ile Cinler Padişahı Eski zamanlar da bir Keloğlan varmış. Keloğlan, gece gündüz demez çalışırmış. Gene de anasıyla birlikte yoksulluk içinde yaşarmış. Kazandığı para ancak bir ekmek almaya yetermiş, kimi zaman ona da yetmezmiş. Öylesine yoksullarmış ki, komşuları bile onların yoksulluklarına dayanamazlarmış. Günlerden bir gün, iyi yürekli bir komşuları: ‘Al bu iple baltayı, git ormandan odun kes. Bakarsın işler yolunda gider, varsıllaşırsın; değil varsıllaşmak, padişahın kızını bile alırsın.” Demiş. Padişahın kızını da duyunca almış iple baltayı, ormanın yolunu tutmuş Keloğlan. Gece gündüz çalışmış, ev boyu odunlar yığmış. Odun tüccarı bakmış, bakmış: “Odunların da çıra gibi Kel Ağa, ne istersin bu yığına? diye sormuş. Hiç pazarlığa girmeden: “Ver beş altın, götür.” Demiş Keloğlan. Adam: “tamam”, demiş. Dünyalar Keloğlanın olmuş birden. Çil çil beş altınla koşmuş anacığına: “Ana ana, beni dokuz ay karnında taşıyan ana, bak oğlun odun kesti, para kazandı; bundan böyle

Keloğlan ile Kokulu Çiçek

Keloğlan ile Kokulu Çiçek Bir varmış bir yokmuş, Allah`ın kulu çokmuş. Bizim keloğlan keleş oğlan her işi beleş oğlan bir gün yola çıkmış, yürümüş, yürümüş taaaa uzaklardan bir ses duyduğunu sanmış, etrafı şöyle bir dinlemiş önce ama bu sefer hiç ses duyulmuyormuş… Birkaç adım daha atmış,sonra tekrar durmuş, birkaç adım daha atmış, yine etrafı . dinlemiş. Keloğlan iki adım atıyor, sonra etrafı dinliyormuş bir ara `güüm` diye bir ses duymuş, korkudan yüreği hop hop atmaya başlamış. O gün akşama kadar bu sesleri gürültüleri kovalamış durmuş. Ama hiçbir sonuca ulaşamamış. Duyduğunu sandığı bir şeyler varmış ama istediği zaman onları duyamıyormuş. Bizim Keloğlan akşam yatmış, sabaha kadar tavana dikmiş gözlerini, kulaklarını iyice açıp etrafı dinlemiş durmuş. Sabah namazına kalkan annesi keloğlan`ının yanına gelip -Ne diktin gözlerini tavana, kel oğlum keleş oğlum ? diye sormuş. Kel oğlan sessizce bakınıp, `anacığım bir ses duydun mu ? diye sormuş. Kadıncağız şöyle bir etrafı dinlemiş,

Keloğlan ile Keloğlan’ın Köpeği

Keloğlan ile Keloğlan’ın Köpeği Bir varmış bir yokmuş. Evvel zaman içinde, kalbur zaman içinde bir Keloğlan varmış. Bizim keloğlan bir gün gazete okurken gözüne bir haber ilişmiş. Haberde; yarın bedava evcil köpek veriliyor yazıyormuş. Keloğlan gitmek istemiş. Anasına haberi göstermiş. Anası napıcan a keleş oğlan deyip geçmiş ama keloğlan bu cümleye aldırmamış. Kendi kendine bir evden çıkma planı hazırlamış annesi ertesi gün komşularına güne gidicekmiş. Keloğlan da o sırada evden çıkıp köpek dağıtılımına gidecekti. Yatma saati gelip geçiyordu anası hadi kel oğlum uykuya dedi. Hep beraber uyudular. Ertesi gün oldu çattı. Annesi sabah komşularına gitti. Keloğlan da annesinin arkasından hemen köpek dağıtılımına gitti. Gittiğinde köpekler verilmeye başlanmıştı. Keloğlan . da hemen sıraya geçti. Sıra bayabi uzundu. Sıra keloğlana geldi ona hangi cins köpeği istersin diye sordular. Keloğlan alman kurdu isterim dedi. Keloğlana hemen siyah renkte gözleri beyaz bir alman kurdu verdiler. Keloğ

Kayıkçı Keloğlan

Kayıkçı Keloğlan Bir varmış bir yokmuş, evvel zaman içinde bir padişahın iki çocuğu varmış. Bunlardan biri oğlan, biri de dünyalar kadar güzel bir kızmış. Padişah, çoçuklarını her şeyden çok sever, onların her istediğini yerine getirirmiş. Bir gün padişah şöyle düşünmüş, “Ben oğlum üzülmesin, sıkılmasın diye onun hiçbir şeyine karışmadım. Halbuki bir gün öldüğüm zaman, memleketin idaresi ona kalacak. Onun bu ülkeyi idare edebilmesi için tecrübeli ve bilgili olması lazım. Şu halde hemen hocalar tutarak zamanın bilgilerini oğluma öğretmeliyim.” bunu düşünür düşünmez hemen vezirini yanına çağırmış ve olanı biteni anlatmış. Bu fikir veziri memnun etmiş. Ertesi gün derhal memleketin her tarafına haberler yollanmış. Memleketin en bilgili adamları saraya çağrılmış. Yalnız padişahın oğlu bundan hiç memnun olmamış, hatta üzülmüş. Çünkü o şöyle düşünüyormuş: - Niçin insan canını eziyete sokmalı? İşte babam da okuma yazma bilmiyor. Memleketi idare edemiyor mu? Millette onu pekala seviyor. Mey

Keloğlan ile Ali Cengiz Oyunları

Keloğlan ile Ali Cengiz Oyunları Keloğlan, ihtiyar anasıyla yaşıyormuş. Bir gün: - Artık evlenme çağım geldi. Anama da yardımcı gerek. Paşa kızı mı alsam, yoksa Bey kızımı? En iyisi padişahın kızı ile evleniyim, diye düşünmüş. Bu düşünceyi anasına anlatmış. Anası: - A deli oğlum! Padişah sana kızını verir mi? demiş. Ama keloğlan, padişahın hiç görmediği kızına kara sevdaya tutulmuş. Günler, aylar geçmiş, keloğlan bir deri bir kemik kalmış. Anası bakmış, olacak gibi değil, sarayın yolunu tıtmuş. Büyük uğraştan sonra padişahın huzuruna çıkmış. Padişah: - Buyur, ne derdin var, söyle bakalım! demiş. Keloğlanın anası utana sıkına: - Nasıl desem bilmem ki? demiş. - Korkmadan konuşun! demiş padişah. Keloğlanın anası derin bir nefes aldıktan sonra konuşmaya başlamış. - Benim bir kel oğlum var. Haddini bilmeden, sultan kızınız ile evlemek istiyor. Padişah gülümseyerek: - korktuğun bu mu? Bütün delikanlıların gözü sultan da! Herkes ister, ama bir kişi alır. Söyle oğluna Ali Cengi

Keloğlan ile Nasreddin Hoca

Keloğlan ile Nasreddin Hoca Keloğlan kasabaya tavuk satmaya gitmiş. Pazara gelince elindeki iki tavuğa müşteri aramaya başlamış. Adamın biri tavuklara bir altın vermiş. Keloğlan bunu kabul etmemiş. ille de iki tavuğa iki altın isterim demiş. Keloğlan`ın tavukları bir altına vermediğini gören adam: `Bak Keloğlan, bende bir define haritası var. Yalnızım, yaşlandım artık. Bu sebepten defineyi aramaya çıkamadım. Eskiden Zenginoğlu`nun konağında çalışırdım. Bu haritayı bana Zenginoğlu vermişti. iki tavuk benim olsun, harita senin olsun, defineyi ara bul, ömrünce mutlu ol` demiş. Keloğlan adama inanmış, değiş tokuş yapılmış. Keloğlan akşamüstü yorgun argın köyüne dönmüş. Anası: `A benim kel oğlum, kabak oğlum. Hiç bu kağıt . parçasına iki tavuk verilir mi? Sen tavukları satıp gaz, tuz alacaktın. Kandırmışlar seni. Şimdi karanlıkta otur, yemekleri tuzsuz ye de aklın başına gelsin` diyerek bağırıp çağırmış. Keloğlan oralı olmamış, aklı fikri definedeymiş. Sabahı zor etmiş, erkenden kalkmış.

Keloğlan ile Devler

Keloğlan ile Devler Bir varmış bir yokmuş, eski zamanların birinde, bir nine ile oğlu varmış. Kafası kel olduğundan, herkes o oğlana Keloğlan dermiş. Keloğlan, keyfine çok düşkünmüş, sabah erkenden kalkar, akşamlara kadar sinek avlar, fare kovalar, daha güneş batar batmaz, uyuz kediler gibi ocak başına büzülürmüş. iş, güç ne yaparmış, ne de severmiş. Yaşlı annesi, oğlunun bu miskin, bu tembel huyundan çok dertliymiş. Birçok kereler, yahut sayısız defalar uyarmış, ama Keloğlan hiç aldırış etmemiş, sineklere avlamaya, tavuklara kışalamaya, dev gibi fareleri de kovalamaya devam etmiş. O kadar tembellik ediyormuş ki, keçileri ile eşeği bile yaylıma götürmemiş, hayvancıklar açlıktan ölmüş. Yaşlı annesi, artık daha fazla dayanamamış, oğlum, uşağım dememiş, almış eline kocaman bir sopa düşmüş peşine. Neresine gelirse pat pat vurmuş. Neredeyse, Keloğlan`n kafası kırılmış. Keloğlan bakmış ki anasının dayaktan vazgeçeceği yok, acımadan öldürecek, canlı canlı da mezara gömecek. Ardına bile

Keloğlan ile Hamamcı

Keloğlan ile Hamamcı Bir varmış, bir yokmuş… Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde bir kadıncağızın bir oğlu varmış. Herkes bu çocuğu keloğlan diye çağırırmış. Bu ana oğul çok fakir imişler. Yalnız birçok tavukları olduğundan bunların yumurtasını satarak geçinip giderlermiş. Bir gün tavuklar yumurtlamamış, kadın da oğluna tavuklardan birini satarak ekmek almasını söylemiş. . Keloğlan tavuklardan birini alarak, pazara gitmiş ve bir hamamcıya satmış. Fakat hamamcı parayı peşin vermeden gitmeye başlamış. Keloğlan da peşini takip etmiş. Hamamcının eve girdiğini görünce o da hemen arkasından girmiş ve onu gözetleyerek dinlemeye başlamış. Hamamcı tavuğu karısına uzatarak: Bunu al, iyice temizle, haşlayarak suyuna güzel bir pilav yap, akşamüzeri bir uşak göndererek aldıracağım, demiş ve sokağa çıkarak uzaklaşmış. Keloğlan bunları dinlediği için akşam üstü olunca hemen hamamcının evine gitmiş. Bey yemeği istiyor, demiş. Kadın da tatlısı ile, tuzlusu ile yemek hazırlayarak tepsiye koymu

Keloğlan Zenginler Ülkesinde

Keloğlan Zenginler Ülkesinde Zaman zaman icinde, zaman saman icinde, saman duman icinde, yaman bir Keloglan yasarmis. Bu Keloglan cok caliskanmis. cok calisir, cok kazanirim umuduyla köyunden ayrilmis, sehre calismaya gitmis. Gunler, haftalar, aylar birbirini kovalamis, fakat Keloglan istedigini bir turlu elde edememis. sehirde is varmis var olmasina da buldugu isler surekli olmazmis. Bes gun calisir, uc gun bos gezer, bir hafta calisir, on gun bos gezer is ararmis. calistigi gunler biraz para arttirirmis, bos gezdigi gunlerde bu para ile gecinirmis. Sonucta sifira elde var sifir. Ne uzar ne kisalirmis. Istermis ki, devamli calisacagi bir isi olsun, para biriktirsin. söyle kocaman bahceli bir evi olsun. Evin icine yeni esyalar alsin, giyinsin, kusansin. Bayram gunlerinde bile hep ayni elbiseyi giymek zorunda kalmasin. ulkesinde hangi sehre gitse bu durumun degismeyecegini dusunmus. cocuklugundan beri bolluk ve refah ulkesi diye adini sikca duydugu Zenginler ulkesi`ne gitmek uzere yol

Keloğlan ile Yaşlı Değirmenci

Keloğlan ile Yaşlı Değirmenci Keloğlan ve zavallı anacığı , çok şiddetli bir geçim sıkıntısı içinde hayat mücadelesi verirlermiş. Bir kuru ekmek bir parça peynirle günlerce idare ederlermiş. Komşularına göre, tarlaları çok azmış hemde verimsizmiş üstelik senelerin birinde öyle bir kıtlık olmuş ki, bağ bahçeleri hep kurumuş mısır tarlaları bodur almış. Kış zamanı da yaklaşıyormuş ayrıca anası keloğlanı almış karşısına, onunla uzun uzun konuşmuş: -Ah oğlum saf oğlum hem de başı keleş oğlum , gürgenlerin tepelerine baktım. Bu yıl kış hem tez gelecek , hemde kapkara geçecek hiç vakit geçirmeden gerken hazırlıklarını yapmalıyız sen git iş ara demiş anası keloğlan önce düşünmüş önce nerde nasıl iş bulurum diye uzun uzun düşünmüş taşınmış sonunda dışarı çıkıp iş aramaya başlamış ilk mağazalara bakmış iş yok değirmeni kontrol ediyim demiş belki iş bulurum hevesiyle değirmene ilerlemiş sonra oradaki yaşlı amcayı görünce üzülmüş amca sana birşey teklif ediyim ben hergün buraya geliyim çalışıyı

HASTA KURT İLE DOKTOR LEYLEK

Pisboğaz bir kurt avladığı bir hayvanı hızlı hızlı yiyormuş. Birden bir küçük bir kemik parçası boğazına takılmış. Öksürmüş aksırmış parmağını boğazına sokmuş ne yapmışsa bir türlü çıkaramamış. “En iyisi doktor olan leyleğin yanına gideyim o bir çaresini bulur” diye düşünmüş. Aramış taramış sonunda bir tarlada bulmuş leyleği. Derdini anlatmış leylek kurdun ağzını inceledikten sonra “kolay” demiş “şimdi çıkarırım ben onu” uzun gagasını kurdun ağzına soktuğu gibi çıkarmış kemiği. Kurt rahatlamış “oh be!” demiş. “Çok şükür kurtuldum şu kemikten. Sağ olasın leylek kardeş.” Leylek itiraz etmiş. “Nasıl yani! Öyle sağ ol demek yeter mi sanıyorsun? Ben bir iş yaptım emek verdim, sende karşılığını vermek zorundasın.”  Kurt gülmüş bu sözlere… “Ne! Sen gaganı gırtlağıma soktuğunda ya ben ağzımı kapatsaydım ne olurdu biliyor musun? Bir de benden para istiyorsun en iyisi beni kızdırmada git buradan.”

HOROZ İLE KURNAZ TİLKİ

Bir gün kurnaz bir tilki gözüne bir horoz kestirmiş. Onu tuzağa düşürmek için aklına bir kurnazlık gelmiş. Koşarak horozun tünediği ağaca gitmiş yukarı doğru bakmış, “müjde horoz kardeş! Dünyada kanlı bir savaş vardı ve bütün hayvanlar birbirine düşmüştü, herkes birbirini yok etmeye çalışıyordu. İşte savaş bitti şimdi barış zamanı kimse kimseye saldırmıyor artık hadi sende ağaçtan in sarılıp öpüşelim hayvanların dostluğunu kutlayalım.” Horoz ondan daha kurnaz davranarak şöyle demiş; “çok sevindim buna tilki kardeş tabi hayvanlar kardeş olmalı, birbirini sevip saymalı, birbiriyle dost olmalı. Ancak şu karşıdan gelenlere de dost elini uzatmayacak mıyız? İşte iki tazı geliyor. Onlarda gelsinler de hep birlikte kutlayalım bunu.” Tazılardan korkan tilki paniklemiş “ne! İki tazı mı? Bu tarafa mı geliyorlar?” “Evet. Dur bende ağaçtan ineyim barışı, kardeşliği birlikte kutlayıp sarılıp öpüşelim.” “Olmaz! Nerdeyse unutuyordum şimdi aklıma yarım bıraktığım işim geldi. Hemen gitmek zorundayım. D

İNSAN VE KARAYILAN

Bir adam yolda yürürken kara bir yılan görmüş. “Yılanlar kötü hayvanlardır. Onu öldürmekle hem kendime hem de diğer insanlara iyilik etmiş olacağım” demiş. Yakaladığı gibi bir çuvala koymuş. Suçlu olup olmadığına bakmadan öldürecekmiş. Yinede haklı olduğunu göstermek için yılana şöyle demiş; “sen kötü birisin, dişlerinle bana zarar vereceksin, iyilik nedir bilmezsin. Bu nedenle öldüreceğim seni.” Yılan karşılık vermiş. “Ama” demiş “eğer her kötü öldürülseydi dünyada kimse kalmazdı herhalde. Beni suçlu olduğum için değil kendi çıkarların ve keyfin için öldürüyorsun. Ama şunu söyleyeyim asıl iyilikbilmezler insanlardır.” Bu sözler üzerine adam duraklamış. “Düşüncen saçma kimin iyilikbilmez olduğuna ancak ben karar veririm” demiş. “Ama yinede başkalarına soralım.” “Peki” demiş yılan. Yakınlarındaki bir ineğe sormuşlar. İnek şaşırmış… “Tabi ki” demiş. “Karayılan haklı ben etimle sütümle beslerim insanları. Sayemde sağlıklı olurlar. Kendi ihtiyaçları için istedikleri gibi kullanırlar ben

ANNE KÖPEK

Anne köpek karnında yavrusunu taşıyormuş. Bir süre sonra yavrularını doğuracağı güzel bir yuva aramaya başlamış. Aramış taramış, uygun, temiz, rahat bir yer bulamamış. Birden aklına eski arkadaşlarından biri gelmiş. Arkadaşı iyi durumda, kulübesi olan bir köpekmiş. Arkadaşına gitmiş ve durumu anlatmış. “Bana birkaç günlüğüne kulübeni verir misin?” demiş. Arkadaşı “ Tabi ki!” demiş. “Zor günlerimizde bir birimize yardımcı olmalıyız” demiş. Hemen boşaltmış kulübesini, anne köpek yerleşmiş. Aradan zaman geçmiş. Anne köpek yavrulamış. Epey bir zaman sonra arkadaşı gelmiş. Anne köpek yalvarmış “Lütfen !” demiş. “ Bir iki gün daha kalmama izin ver. Yavrularım biraz büyüsünler, güçlensinler” Arkadaşı “Peki” diyerek ayrılmış yine. Aradan uzunca bir zaman geçmiş. Arkadaşı “Eh, artık büyümüşlerdir” diyerek kulübeye gelmiş. Anne köpek şöyle demiş: “Kulübe mi? Ne kulübesi? Hangi kulübe? Benim hiçbir şeyden haberim yok. Dur, yavrularımı çağırayım, onlar bilirler belki.” Yavrularını çağırmış am

ASLAN İLE ORTAKLARI

Bir ormanda aslan, keçi ve kurt birleşmiş ortaklık kurmuşlar. Aslan demiş ki: “Ortaklık, ama her şeye ortaklık! Kara da zarara da hepimiz ortak olacağız. Bunu kabul etmeyen hemen ortaklıktan ayrılsın”. “Kabul ediyoruz!” demiş diğerleri. Dağılıp ormanın her yerine tuzak kurmuşlar. Bir süre sonra keçi koşa koşa gelmiş ve haber vermiş. “Tuzağımıza bir geyik düştü!” demiş heyecanla. Herkes geyiğin başına toplanmış. Aslan etrafına şöyle bir bakmış, kükreyerek konuşmuş: “durun bakalım! Önce ne yapacağımıza karar verelim. Dört kişi olduğumuza göre avımızı dörde bölmemiz gerekiyor.” Herkes onaylamış. Aslan geyiği dörde bölmüş. “ Birinci parça benim” demiş aslan en büyük parçayı alarak. “Çünkü adı üstünde aslan payı. Tamam mı?”. Diğerleri mecbur kafasını sallamış. “İkinci parçada benim. Çünkü hem sizin hem de diğerlerinin kralıyım ben. Kabul mü?”. Yine sus pus bir şekilde “Kabul” demişler. “İyi” demiş “Siz akıllı hayvanlarsınız. Ben akıllı hayvanları severim. Şimdi üçüncü parça ortaklığın

AVININ GÖLGESİNE SALDIRAN KÖPEK

Yaşadığımız dünyada aldanmayan canlı yoktur. Bunlardan biri de avının gölgesine saldıran köpektir. Zavallı köpek bir avının peşine düşmüş. Nefes nefese bir dere kıyısından koşmaya başlamışlar. Köpek avının gölgesini görmüş birden suda. Avını Bırakıp gölgesinin üzerine atlamış. Neredeyse boğulacakmış. Güç bela kıyıya ulaştığında ortada ne av nede gölgesi kalmış.

AYAKKABI TAMİRCİSİ İLE ZENGİN

Bir ülkede birbirine komşu bir ayakkabı tamircisi ile zengin yaşarmış. Ayakkabı tamircisi çok mutlu, neşeli biriymiş. Sabahtan akşama kadar durmadan şarkı söyler, keyfinden yerinde duramazmış.Tamir yaparken çivi ve ayakkabı sesleri şarkılarına karışır, en güzel melodileri böyle zamanlarda söylermiş.Çevresindeki insanlar içinde bu şarkılar mutluluk kaynağı olurmuş. Komşusu olan zenginin ise evi altınla doluymuş. Ama çok mutsuzmuş. Az şarkı söyler az uyurmuş. Bir gün sabaha karşı tam uykuya dalacakken ayakkabı tamircisi onu şarkıları ile uykusundan uyandırmış. Zengin adam yakınmaya başlamış: “Ne olurdu sanki uyku da para ile satın alınabilseydi? Çok param var ama…” demiş. Bir gün tamirciyi konağına çağırarak şöyle demiş: “Yıllık kazancın nedir?”.Tamirci şaşırmış: “Yıllık mı? Ben kazancımı yıllık olarak hesaplayamam. Harcamam günlüktür benim. Günlüğümü sorarsan… Eh işte, fena sayılmaz. Kimi gün çok, kimi gün az. Ama işsiz günlerimde olur, boş oturduğumda, Hele bayramlarda hep yeni ay

BAŞ İLE KUYRUK

Bilirsiniz; yılan denen yaratığın bir başı, bir de kuyruğu vardır. İki yanı da insanoğlu için tehlikelidir. Yılanın başı ile kuyruğu bir gün kavgaya tutuşmuşlar. Kuyruk şöyle demiş: “Ben senden daha güçlüyüm. Üstelik senin kadar da tehlikeliyim. Ben de insanlara zarar verebilirim. Sen baş olduğun için bir şey mi zannediyorsun kendini?”. “Evet” demiş baş. “Ben olmasam sen bir hiçsin”. “Ya?” demiş kuyruk. “Ben hiçsem sende hiç sayılırsın”. Bu kavga bitmek tükenmek bilmemiş. Bir gün baş uyurken, kuyruk Allah’a yakarmış: “ Yüce Allah’ım nedir şu baştan çektiğim? Bıktım artık! Beni dilediği yere götürüyor. Canının istediği gibi davranıyor. Benim istediğim hiçbir şeyi yapmıyor. Oysa ben ondan daha güçlüyüm. Ne olur o kuyruk olsun ben baş olayım!” demiş. Allah duymuş bu sözleri ve kuyruğun dileğini kabul etmiş. Aniden kuyruk baş, baş ta kuyruk olmuş. “Yürü” demiş kuyruk. “Artık benim dediğim olacak. Bundan sonra ben nereye gidersem sen oraya geleceksin”. Ve çekmiş başı yürümeye başlamı

KÜLKEDİSİ

Bir zamanlar güzeller güzeli bir kız varmış. Annesi ölünce babası yeniden evlenmiş. Üvey annesi de ilk evliliğinden olan iki kızıyla birlikte gelip eve yerleşmiş.Bu iki kız, yeni kız kardeşlerinden hiç hoşlanmamış. Odasında ne var ne yoksa tavan arasına fırlatıp atmışlar. Ona bir kardeş gibi davranmak şöyle dursun, bütün ev işlerini üzerine yıkmışlar.Ev işleri bittikten sonra bile kızın onlarla oturmasına izin verilmiyormuş. Akşamları, mutfakta, sönmekte olan ocağın önünde duruyormuş tek başına, ellerini küllere doğru tutup ısınmaya çalışarak. Bu yüzden üvey kız kardeşleri ona “Külkedisi” adını takmışla. Bir gün iki kız kardeşe sarayda verilecek bir balo için davetiye gelmiş. İkisi de heyecandan deliye dönmüşler. Herkes Prens’in evlenmek istediğini biliyormuş. ‘Bakarsın ikimizden birini seçer, belli mi olur?’ diye düşünmüşler.İki kız kardeş de kendilerini mümkün olduğunca güzelleştirmek için hemen kolları sıvamışlar. Fakat maalesef bu biraz zormuş, çünkü Külkedisi’nin aksine bayağı

FARELERİN TOPLANTISI

“Belalı” adında bir kedi varmış. Bu kedi bütün fareleri canından bezdirmiş. Onlara göz açtırmıyormuş. Fareler açlıktan nerdeyse tahtaları kemirmeye başlayacaklarmış. Fareler ne yapacaklarını şaşırmışlar. Belalı’ nın evde olmadığı bir gün toplanarak ne yapacaklarını konuşmaya başlamışlar. Her kafadan bir ses çıkıyormuş. Akıllı ve tecrübeli başkanları bir öneri getirmiş: “Belalının boynuna bir çıngırak asalım, size ve bize yaklaştığında çıngırağın sesini duyar deliklerimize saklanırız. Onun üstesinden başka türlü gelemeyiz.” Herkes bu öneriyi çok beğenmiş. Başkanı alkışlamışlar “Yaşa !” diye çığlıklar atmışlar. Başkan sözlerine devam etmiş. “Ancak bir sorun var” demiş.  “Çıngırağı Belalının boynuna kim asacak?”. Birden sessizlik olmuş. Az önce alkış tufanı koparan fareler, bu söz üzerine geri çekilmeye başlamışlar. Her biri bir bahane uydurarak ya da “Ben yapamam” diyerek toplantıyı terk etmiş. Böylece baş belası Belalı onlara göz açtırmamaya devam etmiş. Önemli olan konuşmak, alkışlama

GELİNCİK İLE FARE

Yarasa uçan faredir derlermiş. Gerçektende öyledir. Görünüşüyle kanatlı bir fareye benzemektedir. Ağaç dallarında nerede olsa tepe üstü uyur. Yine bir gün tepesi üstü uyurken pat diye gelinciğin yuvasına düşüvermiş. Gelinciklerin en büyük düşmanlarından biri farelerdir. Gelincik saldırmış yarasaya “sen” demiş “benim en büyük düşmanımsın. Bende seni arıyordum. Şimdi ölümlerden ölüm beğen.” Yarasa, “ben sana ne yaptım ki! Sen beni düşmanın farelerle karıştırdın galiba. Ben yarasayım.” Gelincik şaşırmış, “sen fare değil misin?” diye sormuş. Yarasa, “hayır” demiş. ‘hiç kanatlı fare olur mu? Bırak beni gideyim…” Gelincik şaşkın şaşkın bırakmış yarasayı. Yarasa böylece gelincikten kurtulmuş, biraz yürüdükten sonra bu sefer kuş düşmanı bir gelincikle karşılaşmış. Gelincik “şimdi yandın” demiş. “Seni kanatlarından tutup bir lokmada yutacağım.” Yarasa yine uyanıkmış. “Senin benimle bir alıp veremediğin düşmanlığın var mı?  Ben bir fareyim kuş değilim ki!” Gelincik şöyle bir bakmış… “Doğru söyl

GÜVERCİN İLE KARINCA

Bir gün ormandaki bir karınca susayıp ormandaki dere kenarına inmek istemiş. İnerken ayağı kayıp suya düşmüş.”imdat yardım edin!” diye bağırmaya başlamış. Dere kıyısında uçan bir güvercin görmüş karıncayı hemen yardıma koşmuş yerdeki saman çöpünü alarak karıncaya uzatmış. Karınca, çöpe tutunup çıkmış kıyıya güvercine, “çok teşekkür ederim” demiş. “Hayatımı kurtardın. Bir gün bende sana yardım ederim.” Güvercin gülmüş “sen kim yardım etmek kim. Senin gibi minicik bir canlı ne yapabilir ki!” demiş. Derken bir avcı gelmiş, tüfeğini güvercine doğrultmuş, tam ateş edecekken karınca hızla ilerleyip avcının ayağını ısırmış. Canı yanan avcı sendeleyip hedefi şaşırmış güvercinde uçup gitmiş.

HASTA KURT İLE DOKTOR LEYLEK

Pisboğaz bir kurt avladığı bir hayvanı hızlı hızlı yiyormuş. Birden bir küçük bir kemik parçası boğazına takılmış. Öksürmüş aksırmış parmağını boğazına sokmuş ne yapmışsa bir türlü çıkaramamış. “En iyisi doktor olan leyleğin yanına gideyim o bir çaresini bulur” diye düşünmüş. Aramış taramış sonunda bir tarlada bulmuş leyleği. Derdini anlatmış leylek kurdun ağzını inceledikten sonra “kolay” demiş “şimdi çıkarırım ben onu” uzun gagasını kurdun ağzına soktuğu gibi çıkarmış kemiği. Kurt rahatlamış “oh be!” demiş. “Çok şükür kurtuldum şu kemikten. Sağ olasın leylek kardeş.” Leylek itiraz etmiş. “Nasıl yani! Öyle sağ ol demek yeter mi sanıyorsun? Ben bir iş yaptım emek verdim, sende karşılığını vermek zorundasın.”  Kurt gülmüş bu sözlere… “Ne! Sen gaganı gırtlağıma soktuğunda ya ben ağzımı kapatsaydım ne olurdu biliyor musun? Bir de benden para istiyorsun en iyisi beni kızdırmada git buradan.”

HOROZ İLE KURNAZ TİLKİ

Bir gün kurnaz bir tilki gözüne bir horoz kestirmiş. Onu tuzağa düşürmek için aklına bir kurnazlık gelmiş. Koşarak horozun tünediği ağaca gitmiş yukarı doğru bakmış, “müjde horoz kardeş! Dünyada kanlı bir savaş vardı ve bütün hayvanlar birbirine düşmüştü, herkes birbirini yok etmeye çalışıyordu. İşte savaş bitti şimdi barış zamanı kimse kimseye saldırmıyor artık hadi sende ağaçtan in sarılıp öpüşelim hayvanların dostluğunu kutlayalım.” Horoz ondan daha kurnaz davranarak şöyle demiş; “çok sevindim buna tilki kardeş tabi hayvanlar kardeş olmalı, birbirini sevip saymalı, birbiriyle dost olmalı. Ancak şu karşıdan gelenlere de dost elini uzatmayacak mıyız? İşte iki tazı geliyor. Onlarda gelsinler de hep birlikte kutlayalım bunu.” Tazılardan korkan tilki paniklemiş “ne! İki tazı mı? Bu tarafa mı geliyorlar?” “Evet. Dur bende ağaçtan ineyim barışı, kardeşliği birlikte kutlayıp sarılıp öpüşelim.” “Olmaz! Nerdeyse unutuyordum şimdi aklıma yarım bıraktığım işim geldi. Hemen gitmek zorundayım. D

İKİ İNATÇI KEÇİ

Birbirinden uzakta yaşayan iki keçi varmış. İkisinin de beyaz ayakları varmış. Bu keçiler çayırlarda güzel güzel otluyorlarmış. Bir gün başka yerlere gitmek için ayrı ayrı yola koyulmuşlar. Yeşilliklerde koşup, ıssız ormanlar, sarp uçurumlar geçmişler. Beyaz ayaklı bu iki keçi farkında olmadan bir derenin iki yakasında karşılaşmışlar. İki kıyı arasında bir sırık varmış yalnızca. Bu sırık köprü olarak kullanılırmış. Köprünün altından akan su çok hızlıymış… En cesurları bile korkutabilirmiş. Ama keçiler inatçı… Bu nedenle tehlikeye aldırmamışlar. Korkusuzca köprüye birer adım atmışlar. Bu şekilde adım adım yaklaşmışlar birbirlerine. Sırığın ortasında burun buruna gelmişler. Keçilerden biri şöyle demiş; “bana baksana sen köprüye adımı ilk ben attım. Bu nedenle geçmek benim hakkım. Yol ver de geçeyim.” Öbürü itiraz etmiş. “Olur mu hiç! hoplaya zıplaya geldiğimi görmedin mi? Ayrıca benim soyum seninkinden üstün” diyerek başlamışlaş kavgaya… Ne birbirlerine üstünlüklerini kabul ettirebilmiş

KARGA İLE TİLKİ

Bay karga konmuş bir dala, koca bir peynir ağzında. Tilki kokuyu almış gelmiş, bilirsiniz kurnaz olur tilkiler, kargayı nasıl tuzağa düşüreceğinin hesabını yapıvermiş. -Günaydın sayın karga, bu ne güzellik demiş; Bu ne güzellik böyle , inanın bakmaya doyamıyorum size. Şu pırıl pırıl tüylerinize, renginize. Ne yalan söyleyeyim, bu ormanda bir güzel daha yoktur üstünüze. Kara karga havalara girmiş, bir görseniz. Ne yapacağını şaşırmış sanki, sağa sola kıvırmış boynunu, poz vermiş fotoğraf çektirir gibi… Tilki onun havalara girdiğini görünce, daha bir coşmuş sanki. Sıradaki palavralarını söylemeye başlamış. – Bunca güzelliğe, sesiniz nasıldır acaba diye merak ediyor insan. Acaba sesinizi duyablir miyim sayın karga ? Şuna bir gak diyeyim de ses görsün demiş; gak der demez peyniri ağzından düşürüvermiş. Tilki kapmış peyniri, yer dururmuş bir köşede, kara karga gözyaşı dökmüş peyniri için. Tilki giderken dönmüş kara kargaya son sözünü söylemiş o anda. -Kara bayım, demiş kargaya; şu sözümü h

İNSAN VE KARAYILAN

Bir adam yolda yürürken kara bir yılan görmüş. “Yılanlar kötü hayvanlardır. Onu öldürmekle hem kendime hem de diğer insanlara iyilik etmiş olacağım” demiş. Yakaladığı gibi bir çuvala koymuş. Suçlu olup olmadığına bakmadan öldürecekmiş. Yinede haklı olduğunu göstermek için yılana şöyle demiş; “sen kötü birisin, dişlerinle bana zarar vereceksin, iyilik nedir bilmezsin. Bu nedenle öldüreceğim seni.” Yılan karşılık vermiş. “Ama” demiş “eğer her kötü öldürülseydi dünyada kimse kalmazdı herhalde. Beni suçlu olduğum için değil kendi çıkarların ve keyfin için öldürüyorsun. Ama şunu söyleyeyim asıl iyilikbilmezler insanlardır.” Bu sözler üzerine adam duraklamış. “Düşüncen saçma kimin iyilikbilmez olduğuna ancak ben karar veririm” demiş. “Ama yinede başkalarına soralım.” “Peki” demiş yılan. Yakınlarındaki bir ineğe sormuşlar. İnek şaşırmış… “Tabi ki” demiş. “Karayılan haklı ben etimle sütümle beslerim insanları. Sayemde sağlıklı olurlar. Kendi ihtiyaçları için istedikleri gibi kullanırlar ben