Kayıtlar

Ocak, 2019 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Konuşan Leylek

Yaşamakta olduğumuz şu yıllardan pek de o kadar uzak sayılmayacak bir zaman dilimi içerisinde konuşan bir leylek yaşarmış. Bu leylek insanlar gibi konuşur, insanlar gibi düşünürmüş. İyilik yapmayı ne kadar çok istermiş bir bilseniz…Fakat, iyilik yapmak için hiç fırsat bulamazmış. Yazın Anadolu’ ya gelir yuvasını kurar, sonbaharda havalar serinlemeye başlar başlamaz göç eder, kışı geçirmek için Mısır’a gidermiş. Mısır ülkesinin kışları, Anadolu’ nun yazları kadar sıcak olurmuş. Yaz mevsimi gelince de tekrar Anadolu’ ya dönermiş, çünkü Mısır ülkesinin yazları dayanılmaz şekilde sıcak geçermiş.  Senelerden bir sene yaz mevsiminde Anadolu’ ya gelmiş. Gökyüzünde uçarken, aşağıdaki akarsu kenarında şirin bir kasaba görmüş. Hemen kararını vermiş. Yazı bu kasabada geçirecekmiş. Kasabanın üzerinde geniş daireler çizerek, dönerek alçalmaya başlamış. Tek katlı evlerden mavi boyalı olanın bacasını çok beğenmiş. Burası oldukça geniş ve manzarası güzelmiş. Çevreden çalı çırpı toplayıp yuvasını yapmı

Gölgesiyle Yarışan Tay

At yarışlarının yapıldığı şehir hipodromu çok kalabalıktı. Tribünler tıklım tıklım doluydu. Her pazar günü olduğu gibi bu pazar da birinci olana büyük ikramiyenin verildiği yarışlar yapılacaktı. Birincilik için en büyük aday Kara Bomba isimli attı. İki yıla yakın bir zamandır bu şehirde yapılan yarışmaların tek ve mutlak hakimiydi. Simsiyah rengi, kocaman gözleri ve dev gibi uzun boyuyla o her zaman atların en irisiydi. Daha uzun bir süre birinciliği kaptırmayacağı tahmin ediliyordu. Diğer yarışmacı atlar ise Fırtına, Ak kız, Pençe, Sürpriz, Zorlu, Tavşan ve Yekta idi. Yekta, böyle bir yarışa ilk defa katılıyordu, oldukça heyecanlıydı. Gerçi yetiştirildiği yarış atı çiftliğinde çok iyi hazırlanmıştı, fakat genç ve tecrübesiz oluşu onu korkutuyordu. Ya birinci olamazsa?..Böyle bir şeyi düşünmek bile istemiyordu.O zaman, sıradan bir yarış atı durumuna düşecek ve belki bu durum hep böyle sürüp gidecekti. Bin bir çeşit yarış hilelerinin yapıldığı, düzenin ve entrikanın bol olduğu bu yar

Dedemin Battaniyesi

Annem göğe çamaşır asmaya gidiyorum diyerek evden çıkmış bir daha eve dönmemişti.Annem belki de bacadan tütmüştü.Annem belki de yan odada bana uyku dikiyordu.Anlaşılan annem gökteki çamaşırları hala kurutamamıştı hele dedemin fil mendili büyüklüğündeki battaniyesini kurusun diye bekliyorsa annem göğe takılı bir çamaşır şarkısı olarak kalacaktı.Dedemle aynı evde kalıyorduk.O benden üç yaş büyüktü sadece, neredeyse romatizma ilaçlarını biberonla içecekti, kısacası dedem inatçı bir baston kralıydı en önemlisi çocuktu. Bahçemizin karnında kocaman bir mantar çıkmıştı sadece o mantarla konuşur mantara şarkılar söyler kızdığı zaman bastonuyla mantarın gövdesine vurur ve peyniri biten fareler gibi eve ağlayarak gelirdi.Hayalet gibi sadece belirli günlerde ortaya çıkan halam dedemi ziyarete gelir ucuz ve renksiz küp şekerleri gibi olan dişlerini sıkar kapıları çarparak evden uçardı. Dedem de arkasından ekşi ekşi biriktirdiği limonları fırlatırdı.Bütün isteği battaniyesine kavuşmak ona sarılıp

Masal Nedir

+ Masal Nedir? 1. Genellikle halkın yarattığı, hayale dayanan, sözlü gelenekte yaşayan, çoğunlukla insanlar, hayvanlar ile cadı, cin, dev, peri vb. varlıkların başından geçen olağanüstü olayları anlatan edebî tür:  "Masal olsun roman olsun, ikisi de anlatı sanatıdır."- N. Cumalı.  2 . mecaz Boş, boşuna söylenmiş söz:  "Müttefikler karşı hücuma geçtikten sonra, milleti aynı masalla uyutmak olanaksızlaştı."- H. Taner.  3 . mecaz Değersiz, önemsiz şey: "Yaratıcı gücü kalmayan bir yazıcı bir masaldan başka nedir?"- H. E. Adıvar.  Masal âlemi:  Doğaüstü, gerçek dışı ancak masallarda rastlanabilecek yerler.  Kocakarı masalı:  Avutucu ve eğlendirici nitelikli masal.  Kurt masalı:  Birini oyalamak, kendini suçsuz göstermek için ileri sürülen gereksiz, inandırıcı olmayan sözler:  "Bana gene bir sürü kurt masalı okudu."- .  Peri masalı:  Kahramanlarını perilerin oluşturduğu bir tür masal.

Tembel Serçe

O gün anne ve babaları komşulara oturmaya gideceklerdi. Onları yalnız bırakmamak için komşuları yaşlı serçeyi çağırdılar. Çocukların başlarında durmasını rica ettiler. Yaşlı serçe onları kırmadı. Zaten çoktan beri minik serçeleri görmemişti. Bu fırsatı değerlendirmek için yuvaya geldi. Minik serçeler onu görünce çok sevindiler. Hemen onun çevresine toplandılar ve ona anılarından anlatması için yalvarmaya başladılar.  Yaşlı serçe başından geçenleri anlatmaya başladı. Geçmişiyle ilgili anıları anlatmak ona neşe veriyordu. Bazen minik gözlerini kısıyor ve hatıralarına dalıyordu. Bazen hayret ettiği zamanlar bu küçük gözleri iri iri açılıyordu. Yaşlı serçe'nin bir anısı çocukların çok dikkatini çekti. Hepsi hayretle onu dinliyorlardı. Tık ses çıkmıyordu. Bütün gözler dedelerinin minik gagasındaydı. Ondan çıkan cik cik sesleri onların dikkatini çeken tek şeydi. Yaşlı serçe şöyle bir kanatlarını açıp kapadı ve sözlerine devam etti: " Ben o günlerde hımbıl ve tembeldim. Yuvadan asla

Kutup Kuşunun Duası

Bir kayanın üstüne konmuş düşünüyordu. Bir taraftan da gagasını açmış bir şeyler mırıldanıyordu. Bir ara yanından geçen bir beyaz ayı yavrusu ona baktı ve: "Ne o Kutup Kuşu ne mırıldanıp duruyorsun?" dedi. Kutup Kuşu ona bakıp: "Ne mırıldanacağım? Yaratana teşekkür ediyorum." dedi. Yavru Ayı: "Hepimiz her zaman yaratanımıza teşekkür etmiyor muyuz?" dedi. Kutup Kuşu "Elbette teşekkür ediyoruz ama benim daha fazla teşekkür etmem gerekiyor." "Nedenmiş o?" dedi yavru ayı. Bembeyaz rengiyle karların ortasında belli olmuyordu. Sadece siyah gözleri ve siyah burnu fark ediliyordu. Bir de ağzının kenarındaki siyah çizgi belli belirsiz görünüyordu bu beyaz rengin içinde. Kutup Kuşu'nun da ondan kalır bir yanı yoktu. Gözleri ve gagasının dışında her yeri bembeyazdı.   Yavru ayı sordu: "Yaradana niçin sen daha fazla teşekkür ediyorsun. Bunu anlamış değilim?" Kutup Kuşu ona baktı ve gülümsedi: "Ben daha fazla teşekkür etmem gerek

Ala Geyik

Ala Geyik o günlerde çok oburlaşmıştı. Durmadan yiyecek arıyordu. Gözünün gördüğü her yeşilliğe uzanmak istiyordu. Son bir senede boynuzları dallı budaklı bir ağaç gibi büyümüştü. Koskoca bir geyik olmuştu. Ama bu oburluk büyümesiyle ilgili değildi. Bir tuhaflık vardı onda. Kendindeki bu değişikliğe bir türlü mânâ veremiyordu. Niçin böyle olmuştu? Yoksa iştahı mı açılmıştı son günlerde? Ama bunun iştahla bir ilgisi yoktu. Bunun sebebini en yaşlı geyiğe sormalıydı. Zor durumlarda kalınca böyle yapardı zaten. Kafasına bir soru takılınca ona sorardı. O da cevap verirdi. Ama en yaşlı geyiğin bulunduğu yer biraz uzaktaydı. Karşı dağlarda bir yerde... İnce oyluklu ayaklarıyla taze çimenler üzerinden yürüye yürüye yaşlı geyiğin bulunduğu yere ulaştı. Bir taraftan yürüyor bir taraftan da taze otlardan yiyordu. O gün hava güzeldi. Gün ışığı çimenleri bir zümrüt gibi parlatıyordu. Deniz üzerindeki yakamozlar gibi çimenlerin üzerinde ışıklar oynaşıyordu. Çiğ taneleri birer inci gibi ışıyordu. Ala

Tombul Fil

Yavru Tombul Fil o gün epey düşünceliydi. Hergün şen şakrak oynayan fil, o gün hiç gülmüyordu. Yanından geçen tavşan Uzun Kulak, maymun Maki bile onu güldüremediler. Neden mi? Sebebi açık. Yine aklına bir soru takılmıştı. Bu seferki sorusu değişikti onun. Hüzünlü bir şekilde yürüyordu yolda. Bir ara arslan Kaygısız onu gördü ve: "Ne o Tombul, bugün yüzün hiç gülmüyor?" Tombul Fil: "Hiç" dedi "Bir şey yok." Kaygısız: "Bir derdin varsa söyle, derman olalım!" dedi gülerek.  Tombul Fil ona baktı ve: "Hiç bir derdim yok!" dedi. Sonra yoluna devam etti. Biraz sonra karşısına Ayı Yogi çıktı Tombul Filin. O da: "Yahu nedir o yüzünden düşen bin parça? Sen böyle değildin Tombul. Biraz gül, biraz neşelen bakalım." Tombul Fil: "Yok, size öyle gelmiştir!" dedi. Ayı Yogi:  "Bana mı öyle geldi? Allah Allah, yoksa bende bugün bir hâl mi var?" dedi gülerek. Sonra Tombul Fil’e: "Bu dünya üzülmeye değmez!" dedi. &qu

Kızık Yele

Kızıl Yele annesiyle kırlarda dolaşıyordu. Yeşil çimenler, sarı çiçekler, kırmızı gelincikler gezdiği her yerde onlara gülümsüyordu. Güneş sarışın ışınlarıyla onları okşuyordu. Papatya tarlaları, yolları üzerinde beyaz ve sarı desenli kilimler gibi serilmişti. Kızıl Yele annesine: "Anneciğim bu gün hava ne güzel, değil mi?" dedi. Annesi: "Evet çocuğum, pek güzel. Gün ışığı, çiçekler nasıl da iç içe bir güzellik oluşturuyorlar." Kızıl Yele: "Anneciğim akşama kadar bu kırlarda dolaşalım, olmaz mı? Böyle güzel bir günü bir daha ya bulur ya bulamayız. Günlerce hava hep kapalıydı. Siyah bulutlardan başka bir şey göremedik. Ne gün ışığı ne de bir mavilik; ama bugün çok güzel. Bir günlük hürriyet her şeye değer. Nasıl olsa sahibimiz de gelip bizi almadı." dedi. Annesi: "Evet, bugün hava bambaşka… Eğer sahibimiz gelip bizi almazsa akşama kadar dolaşabiliriz." dedi. Kızıl Yele sevincinden bir o yana bir bu yana koştu, birkaç kez havaya çifte attı. Bu, onu